13 Mart 2007 Salı

MEHMET AKIF ERSOY VE CANAKKALE


ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi,
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya,
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı,
Nerde gösterdiği vahşetle, bu bir Avrupa’lı.
Dedirir; yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş açılıp mahpesi yahut kafesi.
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi mahşermi hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyorsun karşısında,
Avustralya ile bakıyorsun Kanada.
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk,
Sade bir hadise var ortada vahşetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela,
Hani tauna da zuldur bu rezil istila.
Ah o yirminci asır yomu o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefil.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısında,
Döktü karnında ki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa da bize afetti o yüz,
Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz.
Sonra melundaki tahribe müvekkel eshab,
Öyle müthiştir ki eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor amakı,
Beriden zelzeleler kaldırıyor afakı.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin,
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağım,
Atılan her lağımın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir savrulur enkaz-ı beşer.
Kafa, göz gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara vadilere sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüşte o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar alevde seller.
Veriyor yangını durmuşta açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler,
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından,
Alınır kalamı göğsünde ki kat kat iman.
Hangi kuvvet haşa edecek kahrına ram,
Çünkü tesisi ilahi o metin istihkam.
Sarılır düşürülür mevk-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer.
O benim sun-i bediim onu çiğnetme dedi,
Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.
Şu hüda gövdesi bir baksana dağlar taşlar,
O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor.
Ey bu toprak için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
Gömelim gel seni tarihe desem sığmassın.
Hercü-merc ettiğim edvarda yetmez o kitap,
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
Bu taşındır diyerek kabeyi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysamda geçirsem taşına.
Sonra gök kubbeyi alsam da rida namıyla,
Kanıyan lahdine çeksem bütün ecramıyla.
Ebr-i lisanı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandili süreyyayı uzatsam oradan .
Sen bu avizenin altında bürünmüş kanına,
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına.
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem,
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana,
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki son ehli salihin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Salahaddin’i
Kılıç arslan gibi eclalini ettin hayran.
Sen ki islami kuşatmış boğunuyorken hüsran,
O demir hançeri göğsünde kırıp parçaladın.
Senki ruhunla beraber gezer ecramı adın,
Senki asara gömülsen taşacaksın heyhat.
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.
MEHMET AKIF ERSOY








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog Dergisi

About This Blog

  © Blogger template The Beach by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP